AVRUPADAN Youtube Video
Sınıf atlama zorlaşıyor: Çocukların geleceği aileye daha sıkı bağlı
Ifo Enstitüsü’ne göre Almanya’da sosyal hareketlilik belirgin biçimde zayıfladı. Yoksul ailelerin çocukları için sınıf atlamak her zamankinden daha zor.
Almanya uzun yıllar, çalışanın emek vererek sınıf atlayabildiği bir ülke olarak görülüyordu. Münih merkezli Ifo Enstitüsü’nün yeni araştırması ise bu tablonun değiştiğini ortaya koyuyor.
Çalışmaya göre bir çocuğun eğitim ve gelir düzeyi, eskisine kıyasla çok daha güçlü biçimde ailesinin konumuna bağlı. Özellikle yoksul ailelerden gelenler için ‘yukarı doğru’ sınıf atlamak giderek zorlaşıyor.
İlk kuşak üniversiteliler için zor bir yol
Marburg’da insan biyolojisi okuyan 26 yaşındaki Van Mai, bu değişimin somut örneklerinden biri. Yazın yüksek lisans tezini teslim etti, gelecek yıl eğitimini tamamlamayı planlıyor. Ancak bu noktaya gelene kadar sürekli maddi sıkıntılarla boğuştuğunu anlatıyor.
“Düşük gelirli bir aileden geliyorum ve hep geçim derdi yaşadım” diyor. Babası 1980’lerde Vietnam’dan Almanya’ya gelmiş, bugün aşçı olarak çalışıyor. Van, altı kardeşli ailenin ilk üniversite öğrencisi. Ailesinin eğitim masraflarını karşılayacak gücü yok. Buna rağmen ‘araştırmacı olma’ hayali için zor ve uzun bir yolu göze almış durumda.
Eğitimde sınıf uçurumu büyüyor
Veriler, sosyoekonomik kökenin eğitimde ne kadar belirleyici hâle geldiğini açıkça gösteriyor. Araştırmalara göre, 100 akademisyen aile çocuğundan 79’u üniversiteye başlıyor, 43’ü master derecesine kadar ilerliyor.
Akademisyen olmayan ailelerde tablo çok daha farklı. Bu ailelerden gelen 100 çocuktan yalnızca 27’si üniversiteye başlayabiliyor, sadece 11’i master eğitimine devam edebiliyor.
Oysa Almanya’da II. Dünya Savaşı sonrasında şekillenen sosyal piyasa ekonomisi modelinin temel vaadi başkaydı. İktisatçı Alfred Müller-Armack ve daha sonra başbakan olan Ludwig Erhard’ın öncülük ettiği bu anlayış, emek veren herkesin ailesinden daha iyi eğitim ve gelir seviyesine ulaşabilmesini amaçlıyordu.
Bugün tablo farklı: Aile kökeni ağır basıyor
Ludwig-Maximilians-Universität’ten iktisat profesörü ve ifo araştırmacısı Andreas Peichl’in yeni çalışması, bu vaadin artık eskisi kadar geçerli olmadığını gösteriyor. Peichl, “Yoksul bir aileden gelip büyük bir sıçrama yapma ihtimali belirgin biçimde azaldı” diyor.
Araştırmada, Almanya’daki haneleri uzun yıllar izleyen sosyoekonomik panel verileri kullanıldı. Temel soru şu: Çocukların geliri ve eğitimi, anne babalarının gelir ve eğitim düzeyinden ne kadar etkileniyor?
Ailenin gelirine bağımlılık iki katına çıktı
Peichl, bu etkiyi ölçmek için ‘sıra-sıra katsayısı’ denen bir hesaplama kullanıyor. Bu katsayı, ebeveynlerin gelir sıralamasıyla çocukların yetişkinlikteki gelir sıralamasının ne kadar örtüştüğünü gösteriyor.
Değer 0’a yakınsa aile geçmişi neredeyse hiç rol oynamıyor. Değer 1’e yaklaştıkça, çocukların gelir sıralaması anne babalarınınkine adeta kilitlenmiş oluyor.
Almanya’da bu katsayı, 1970’lerin başında doğan kuşak için 0,17 düzeyindeydi. 1980’lerin ortasında doğan kuşakta ise 0,34’e yükseldi. Yani tek kuşak içinde, ailenin gelir düzeyinin çocukların geleceği üzerindeki etkisi neredeyse iki katına çıktı.
Almanya artık ‘yüksek hareketlilik’ liginde değil
Peichl, “Eskiden Almanya, sosyal hareketlilikte özellikle İskandinav ülkeleriyle birlikte üst sıralarda yer alıyordu” diyor. Bugün ise durum tersine dönmüş durumda. Almanya, gelişmiş ekonomiler arasında sosyal hareketliliğin en düşük olduğu ülkelerden biri hâline gelmiş ve bu bakımdan ABD’ye benzer bir konuma gerilemiş bulunuyor.
İktisatçılara göre bunun iki büyük sonucu var. Birincisi, kişisel çaba eskiye göre daha az karşılık buluyor; ‘çok çalışan’ her zaman ilerleyemiyor. İkincisi, toplumdaki yetenek havuzu tam kullanılamıyor; bu da uzun vadede yenilik kapasitesini, verimliliği ve ekonomik büyümeyi aşağı çekiyor.
Erken eğitim ve gerçek fırsat eşitliği
Peichl, anne babaların eğitim ve meslek statüsünün çocukların hayat yolunu bu denli belirlememesi gerektiğini vurguluyor. Ekonomik açıdan bakıldığında da herkesin benzer başlangıç fırsatlarına sahip olmasının ülke için en rasyonel seçenek olduğunu savunuyor.
Bu nedenle Almanya’nın özellikle erken çocukluk eğitimine daha fazla yatırım yapması gerektiğini belirtiyor. Birçok Avrupa ülkesinde ve örneğin Avustralya’da çocuklar 4 yaşından itibaren zorunlu bir okul öncesi programa katılıyor. Böylece farklar çok erken aşamada tespit edilip azaltılabiliyor.
Almanya’da ise uzun süredir kreş ve anaokulu kapasitesini artırma çabaları sürüyor. Ancak Peichl’e göre pek çok yerde odak, çocukları gün içinde güvenle tutmakta kalıyor; nitelikli eğitim boyutu geri planda kalıyor. Bunun önemli nedenlerinden biri de eğitimli personel eksikliği.
Demokrasi için uyarı
Araştırma yalnızca ekonomi için değil demokrasi için de uyarı niteliği taşıyor. Peichl’e göre sosyal hareketlilik azaldığında ve insanlar ne yaparlarsa yapsınlar ilerleyemediklerini düşündüklerinde, siyasal hoşnutsuzluk birikiyor. Bu ortamda popülist partiler güç kazanıyor. ABD, bu sürecin çarpıcı örneklerinden biri olarak anılıyor.
“İlk kuşak” öğrencilerin talebi: Somut destek
Van Mai, pek çok insanın öfkesini ve umutsuzluğunu anladığını söylüyor; buna rağmen demokrasiden vazgeçmiyor. Gelecek yıl yüksek lisansını bitirdiğinde, hem bilim insanı hem de ikinci kuşak bir göçmen olarak kendi hikâyesini yazmış olacak.
Yine de içindeki soru işaretleri devam ediyor:
Diplomamı alınca hedefime ulaşmış olacağım ama şunu sorguluyorum: Gelecekte de geçim kaygısı yaşayacak mıyım? ‘Yeterince iyi miyim?’ korkusundan kurtulabilecek miyim?
Van, toplumdan ‘ilk kuşak üniversitelilere’ daha fazla anlayış ve destek bekliyor. Siyasetten ise somut talepleri var: Öğrenciler ve meslek eğitiminde olan gençler için karşılanabilir kiralar ve barınma imkânları, ayrıca BAföG başvurularında uzun bekleme sürelerinin ortadan kaldırılması.
Geri Dön 22 Kasım 2025 Cumartesi Önceki Yazılar